19 Ağustos 2010 Perşembe

Hayat Yolu


Çok uzun, upuzun bir yol var, hayat yolu… Tam ortasında duruyorum, kımıldamak istiyorum ama bir türlü kımıldayamıyorum, ilerlemek istiyorum ama ayaklarım yapışmış yola… Çok kuvvetli bir yapıştırıcı ile hem de… Ne geri de ne ileri gidebiliyorum… Yok, hayır ayakkabılarım değil direkt ayaklarım yapışmış yola, hayır yani ayakkabılarım olsa çıkartırdım onları yoluma çıplak ayak devam ederdim o da bir şey mi?

Ben biraz yorgunluk, durgunluk, hüzün ve biraz da acı ile bakıyorum hem ayaklarıma hem etrafıma… Geçip gidiyor insanlar etrafımdan kimi mutlu, kahkaha atıyor. Kimi üzgün biraz... ama geçip gidiyorlar işte hepsi yürüyor, koşanlar da var tabi… Tanıdıklarım da var aralarında ama çoğunu tanımıyorum.. İmreniyorum onlara öylece geçip gitmelerine, ama hepsi de geçip gidiyor öylece, fark etmiyorlar sanki beni… Yapıştırıcı o kadar kuvvetli ki, sökemiyorum ayaklarımı… Geçip gidiyorlar… Arada fark edip duranlar var… Elini uzatıp yardım etmek isteyenler de… Ama yok yardım edemiyorlar… Ya da bir süre sonra vazgeçip gidiyorlar… Yapıştırıcı çok kuvvetli... Hayır, yani sökebilsem ayaklarımı, inanın yüz metreyi dört saniyede alırım ben, en hızlısı olurum hepsinin ama... Hep söylüyorum yapıştırıcı çok kuvvetli çok… Geçip gidiyorsunuz yanımdan öylece ve ben sadece bakıyorum...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Uzlaşamadım Hayatla...



Haykırdım duyan olmadı, sustum kimse dinlemedi…İstedim kazanamadım, istemedim uzaklaşamadım…Oyunun kurallarına uydum kaybettim, uymadım kaybettim…

Boyun eğdim, teslim oldum, katlandım, itaat ettim uzlaşamadım hayatla… İsyan ettim, başkaldırdım, ayaklandım yenilmekten kurtulamadım dünyaya… Yaşıyormuş gibi davrandım alay etti benle, yaşamıyormuş gibi davrandım cezalandırıp bunu gerçeğe çevirdi…
Arafta bıraktı benliğimi hep, muallakta bir ev inşa etti bana, ne var etti beni ne de yok olmama izin verdi…
Yanlış mı öğretilmişti her şey, yoksa sabrın sonu selamet değil miydi, meyveside mi tatlı değildi? Ben mi sabredemedim yoksa? Bu yüzden mi böyle yıkık bir vaziyetteyim?

İyi de sabır neydi ki? Beklemekse bekledim, çabaysa gösterdim, acele etmemekse acele etmedim; ama niye olmadı, yoksa selamet diye bir şey yok muydu? Hayat sadece basit bir bekleyişten mi ibaretti? Bilmiyorum, anlamıyorum, çözemiyorum…
Yüküm çok ağır, biriktirdiğim hevesler, eskittiğim umutlar, tadı buruk bir mazi, son kullanma tarihi geçmiş anılar, endişe ve korkularla süslenmiş bir gelecek ve tabi ki büyük büyük sorularım,koskocaman sorgulamalarım…
Bu ağır yükle kendimi daha ne kadar sürükleyebilirim bilmiyorum? Anlamıyorum, çözemiyorum…
Duvarlarım yıkılmak üzere, sendeliyorum ve ben çok yorgunum…

3 Nisan 2010 Cumartesi

Mecburiyet

İsteksizlik ve seçimsizlikle ayrilmaz bir ikili oluşturan durum. Zorunluluk, yükümlülük. Başka seçeneğiniz olmaması. Mevcut seçeneklerin uygunsuzluğundan da kaynaklı olabilir.Herkes mutlaka birşeylere mecburdur.Severek yaptığınız birşey bile olsa işin içine mecburiyet girdin mi kabusa dönüşür.
Hep zorluyor ve zorlayacak. Bazen haykırmana izin verecek, bazen de başını öne eğip kabul ettirecek. Dışarıdaki mecbur olmayanları görene kadar bir şey hissetmiyor insan. Aynı saatte yemek yeme mecburiyetleri, zamanında ve olması gerektiğin yerde olma zorunlulukları, onların belirlediği yaşa gelip onların mecburiyetlerini benimseme süreci. Kaybetme korkusu gün geçtikçe artıyor. Boğazında bir el, kendince abrakadabralı büyüler yapıyorsun. Suratının müsait bir köşesine yapıştırdığın , gülümseme büyüleri. hiç çekilmiyor. Hepsi mecburiyetten...sanki her şeyin o şeyi yapmamız için seferber olmuş gibi duyumsarız ve bu eziyetten kurtulmak için o şeyi eninde sonunda yaparız, yapıyoruz...
Şu bir gerçektir ki zorunlu, mecburiyetten yapılan herşey keyifisizdir. Mecbur kalırsın ama nedenini bir türlü anlatamazsın.
Zihin berraklığına erişip delirmemek için oynadığımız bir tür oyundur çoğu zaman...

30 Mart 2010 Salı

Saçmalamaca...

Hani Bazen olur ya.. Kendi Kendinize dalar gidersiniz. Kendi iç dünyanızda bir iç hesaplaşma yaşarsınız.. Dünyadan Koparsınız.. İçinizde konudan konuya konudan konuya atlarsınız.. Bir süre sonra iyice saçmalamaya başlarsınız.... Sonra kendi kendinize veya biri tarafından kendinize getirilirirsiniz...Hı? noldu? ne olmuş? ne ? .. gibi karşınızdakine saçmalarsınız bu sefer de...İşte ben bunun en büyük örneklerinden biriyim malesef...Ama kontrol altına almayı başardım... Eskiden çok daha sık olurdu bu durum hatta bir keresinde öyle dalmışım ki ortalarında bir yerlerde acaba ne zaman başlamıştım diye düşünmeye koyulmuştum. Bu da beni bir şeyler öğrenmekten alıkoymuş olabilir. Belki de öğretmenlerin daha fazla gayret göstermesi gerekiyor. (yani bana bir şeyler öğretmek için.) Her neyse artık o kadar vahim değilim :D Burada da saçmalatmacalarımı, düşüncelerimi size sunacağım ister okuyun ister okumayın...! keyif sizin banane ... Ben burayı kimsenin dedikodusunu yapmak, Kimsenin zevklerini aşağılamak (bana ne ki!), yalan yanlış, bilip bilmeden şeyler yazmak için açmadım ! Bunu da bilesiniz :D .. Eğer hakkımda artniyetli bir şeyler yazıyor mu bu? yazmış mı? şunun zırvalıklarını bir okuyum, gibi şeyler düşünürek açtıysanız hemen usulca kapatınız blogumu ,gidiniz ve defolunuz efenim...